Amy Goodman'la Bağımsız Yayıncılık Hakkında

-
Aa
+
a
a
a

 

Amy Goodman Durban'da canlı yayında...

ABD’de ve tüm dünyada pekçok radyo kanalında yayınlanan günlük bağımsız haber programı Democracy Now!’ın yapımcısı, gazeteci ve yazar Amy Goodman Açık Gazete’deydi. Geçtiğimiz hafta BM İklim Zirvesi için Durban’da bulunan Ömer Madra’nın, efsanevi radyocu Amy Goodman’la, konferans binasının girişinde bulunan piyanonun başında yaptığı, bağımsız yayıncılık ve topluluk radyosu hakkındaki söyleşiyi bugün Açık Gazete’de dinledik.

Dinlemek için:

İndirmek için: mp3, 29 Mb.

15 Aralık 2011 tarihinde Açık Radyo’da Açık Gazete programında yayınlanmıştır.

Açık Gazete’nin podcast servisine abone olmak için tıklayın.

 

Ömer Madra: ‘Democracy Now!’ Kuzey Amerika’da 900’ün üzerinde istasyondan yayın yapan radyo ve televizyon haber programı. Amerika’nın ve dünyanın en ilerici programlarından biri sayılıyor. Bundan 60 küsur yıl yıl önce kurulan, dünyadaki ilk bağımsız topluluk radyosu Pacifica Radio’nun bir tür uzantısı. Democracy Now kurucularından ve programın sunucusu yayıncı yazar Amy Goodman’la Durban’da yapılan BM İklim Değişikliği zirvesi sırasında görüşme fırsatımız oldu. Durban’daki toplantıları 10 gün boyunca hem içeriden hem dışarıdan kapsayan bir radyo/tv yayını yaptılar. Biz de bu fırsatı kaçırmayıp uzun zamandan beri hayranlıkla izlediğimiz Amy Goodman’ı yakalayıp bir kısa mülakat aldık. Fakat konuda öncelik küresel iklim değişikliği, küresel ısınma değildi. Alternatif Nobel diye adlandırılan Right Livelihood ödülünü de 2008’de alan Amy Goodman ile topluluk radyosu, bağımsız yayıncılık, yaptığımız iş ne işe yarar gibi konular üzerinde konuştuk ağırlıklı olarak. Güney Afrika’daki özgürlük müdcadelecisi ve kıtadan ilk Nobel barış ödülünü kazanan Albert Luthulu’nun adını taşıyan konferans salonun giriş holü önünde konuştuk Goodman’la. Orada kocaman bir kuyruklu piyano vardı, Amy Goodman da onun başına oturup azıcık tıngırdattı ve itiraz etmedi bizim bnu kaydetmemize. Konuşmamız böyle bir hoşlukla başladı. Kendisine Açık Radyo’nun biraz propagandasını, reklamını yapmayı da ihmal etmedik. “Sizin izinizde yürümeye çalışan, benzer doğrultuda programları olan bir radyo” dedik. Kendisine, kapağında Occupy Wall Street posteri olan yeni yayın akış broşürümüzü gösterdik. O da “İngilizce programlar da görüyorum burada” dedi. (Özgürlük Meydana Çıkıyor”  başlığını da taşıyor broşür kapağı. Arka kapakta da “Biz %1’in açgözlülüğünü ve kokuşmuşluğunu artık kaldıramayacak olan % 99’uz!” yazısı var.) Kendisine Açık Radyo’yla ilgili bir genel bilgi dosyası da sunduk. Goodman da “işbirliği yapalım” dedi. “Zaten telif yok, parasız... birçok istasyon gibi siz de Democracy Now’u yayınlar mısınız?” dedi. Biz de “tabii ki isteriz” dedik. Şimdi onun planlarını da yapıyoruz.* Şimdi Güney Afrika’nın Durban şehrinde yaptığımız kısa mülakatı sunalım.

 

Amy Goodman’a ilk sorduğumuz soru şuydu: Bağımsız gazetecilik sizin için ne anlam ifade ediyor? Ve buna bağlı olarak, bağımsız medya ile demokrasi ilişkisi nedir?

 

Amy Goodman: Bağımsız bir medya, kesinlikle kritik ve vazgeçilmezdir. Eğer iklim değişikliğinden veya küresel ısınmadan bahsedeceksek yayınların nükleer şirketler, kömür şirketleri veya petrol ve kömür başta olmak üzere bu alanda faaliyet gösteren, bundan çıkar sağlayan diğer şirketler tarafından finanse edilmemesi gerekiyor. Ya da, örneğin kamu sağlığı konularından bahsederken sigorta şirketlerinin finanse ettiği bir program yapmak olamaz. Yine, savaş ve barış meselelerinden bahsediyorsak mesela, o zaman da silah yapımcılarının yayını sponsorize etmesi düşünülemez. Dolayısıyla, dinleyici tarafından doğrudan finanse edilen programlar çok daha iyidir. Hatta vazgeçilmez, canalıcı bir meseledir. Aynı zamanda, ben medyayı küresel bir şölen sofrası gibi düşünüyorum, dev bir mutfak masası gibi... Bu sofra savaş ve barış, iklim değişikliği veya bunun gibi ölüm kalım meselelerinin durmadan konuşulması gereken, herkesin birbiriyle özgürce konuşup tartışabildiği bir ortam olmalı. Bu şart. Dolayısıyla, bundan daha azı kabul edilemez. Medyanın bütün bunların enine boşuna tartışıldığı bir şölen sofrası olması şarttır.

 

ÖM: Araştırmacı gazeteciliği de içermeli mi?

 

AG: Araştırmacı gazeteciliğe büyük ihtiyaç var. Evet, araştırmacı gazetecilik de vazgeçilmezdir. Medya sadece iktidarın, muktedirlerin ne söylediğini yansıtmakla yetinemez; medyanın aynı zamanda iktidar üzerine olması, gücü ve iktidarı konu edinmesi gerekir. Yani gazeteci sadece bir megafon görevi yapmakla yetinemez. İktidarın söylediğini tekrar etmek anlamında değil, asıl sokaktaki insanların, sıradan insanların söylediklerini dile getirmek durumundayız. Tabii ki iktidardaki insanlarla görüşme yapılabilir, onların görüşleri alınabilir, o ayrı bir mesele... Ama sokaktaki insanların görüşleri çok önemlidir. Sessiz değil de sessizleştirilmiş (susturulmuş) çoğunluk olarak tanımladığım bir çoğunluktan bahsediyorum. Böyle bir durumun oluşmasının önüne geçmek için de mutlaka araştırmacı gazeteciliğe ihtiyaç vardır. Sessizleştirmiş, susturulmuş olanlar da şirketlerin sahip olduğu, sahibinin şirketler olduğu bir medyanın etkisinden kurtulmak zorundalar. Savaşlar üzerine, işkence üzerine ya da başka sömürüler, eziyetler, iklim, vb. adalet meseleleri üzerinde konuşurken söylemi (diskuru), kesinlikle medya sahibi şirketlerin tekelinden çıkarmamız, geri almamız gerekiyor.

 

ÖM: Sizce topluluk radyosu nedir, ne işe yarar?

 

AG: Ben aslen Pacifica Radyosu üzerinden, o gelenekten geliyorum... 60 küsur yıl öncesine dayanan bir radyo geleneği bu. Lew Hill isminde bir vicdani retçinin girişimiyle başlayan bir radyo. Hill, 2. Dünya Savaşı’na katılmayı kabul etmeyen bir vicdani retçi. Karantinaya alınıyor, tecrit ediliyor bu görüşlerinden dolayı. Tecritten çıktığında da asıl ihtiyacımız olanın sanatçılar ve sıradan insanlar tarafından yönetilen, haber ve yorumlar veren bir medya organı olduğunu söyleyerek böyle bir şeyi kurmaya girişiyor. Yani şirketlerin değil, dinleyicilerin, sıradan insanların ve sanatçıların radyosunu. Şirketlerin tekelinin kırılması gerek diye düşünüyor. Bu girişimin sonucu olarak Pacifica Radio doğuyor işte. Önce Kaliforniya’da (Berkeley) doğuyor ondan sonra WBAI (Amy Goodman’ın yer aldığı radyo) kuruluyor, sonra Teksas’ta da bir kolu yayına geçiyor. (Teksas’a ‘petro - metro’ diyoruz, yani petrolcülerin kenti. Metro = şehir.) İşte bu radyo Klu Klux Klan gibi aşırı ırkçı bir grubun iki defa bombardımanına maruz kaldı. Medyanın kurulu düzen ve muktedirler açısından ne kadar tehlikeli bir araç olduğunu da kavradıklarını gösteriyor bu olay. Klu Klux Klan’ın bir alt grubu, bu radyoyu havaya uçuran haydutlardan biri, “hayatımda en iftihar ettiğim eylem” diyor bu bombalama için. Bu da, şirketlerin ve sağcıların bağımsız medyanın, şirket adına konuşmayan ve bağımsız sesi olan medyanın ne kadar tehlikeli olduğunu kavradıklarını gösteriyor.

 

Sokaktaki insanın sesini duyduğunuz zaman, örneğin bir Filistinli çocuğun, bir İsrailli büyükannenin ya da Türkiye’den bir amcanın sesi duyulduğu zaman, bu, ana akım medyadaki birçok karikatürleştirmenin ve şemalar, şablonlar halindeki düşünme tarzının ortadan kalkmasına, silinmesine yardımcı oluyor. Bağımsız, araştırmacı gazetecilik yapan medyanın, bu tarz kuruluşların asli görevi, ses bariyerini hergün yeniden yeniden kırmaktır.** Yani, o sokaktaki insanlarla, Filistinli çocukla, Türkiye’deki nineyle ya da başka biriyle aynı fikirde olmak zorunda değilsin tabii, ama onların görüşlerini mutlaka bilmek zorundasın. Bunu getiren radyo bağımsızdır ve topluluk radyosudur. Toplumun radyosudur. Bu da, her Allahın günü işte bu ses bariyerini, ses duvarını aşmaktan geçer işte.

 

ÖM: Democracy Now!’a reklam almıyorsunuz değil mi?

 

AG: Hayır almıyoruz.

 

ÖM: O zaman finansmanını nasıl sağlıyorsunuz?

 

AG: Democracy Now! tamamen bedava bir yayın. Democracynow.org sitesine girip isteyen herkes onu dinleyebilir, izleyebilir. Ancak, önemli bir nokta var: bağımsız medyayı hep olacakmış, daima orada duracakmış gibi kabul etmemeliyiz. Otomatik saymamalıyız. Dolayısıyla, desteklenmesi gerekir. İsteyenler herhangi bir miktarda bağışta bulunabilirler. İşte bu şekilde dinleyicilerin ve seyircilerin fonlarıyla, destekleriyle ayakta kalıyor ancak. Ama bu da bedava diye sürekli orada olacakmış gibi kabul etmemek lazım. Sonuçta, hiç kimse katkıda bulunmazsa, sonuçta herhangi bir finansman da mümkün olmaz, yayın da sürdürülemez.

 

ÖM: Peki radyo dışında bir soru. Amy goodman, sizce dünya nereye gidiyor?

 

AG: Amerika’dan taze bir örnek vereyim. Bu işgal hareketi var mesela. Occupy Wall Street ve diğer occupy hareketleri. Şimdi bu büyük bir olay. İnsanlar çok uzun süredir eziyet çekiyorlar, Irak ve Afganistan’da ülkenin parasını da ruhunu da tüketip bitiren savaşlar devam ediyor ve tabii ki herşeyden önce her iki taraftan da ölen pek çok insan var. Zaten bundan dolayıdır ki, gazilerin bu hareketlerdeki rolü çok fazla, savaşa gitmiş-gelmiş askerlerin... Nerede bir işgal hareketinin kampına gitseniz, birçok savaş gazisiyle karşılaşıyorsunuz. Bu da şunu gösteriyor: % 99 artık % 1’in boyunduruğu altında olmaktan, onun hizmetinde bulunmaktan bıktı, usandı artık. Buna bir de ekonomik krizi ekleyin. 2008’de resesyon bütün bunların üstüne bindi. Üstelik bunun mimarı, sorumlusu olan bankacıları da büyük paralarla kurtardılar.

 

Bundan dolayı, tüm bunların haberini yapmak çok önemli. İşgal altında olmayan bir medyanın büyük önemine dikkat çekiyorum. Nereye giderseniz gidin, bunu görüyorsunuz ve ‘corporate media’ yani şirketlerin sahipliğindeki medya müthiş negatif bir tavır aldı işgal hareketine. Bir kere epey bir süre kesinlikle görmezden geldiler. Fakat ardından baktılar ki her yere yayılan işgal hareketleri o kadar büyük bir ilgiyle takip ediliyor ve katılım artıyor ki buna, onlar da gitmeğe başladılar. Bu sefer alay etmeğe, “hedefleri yok, “ne istedikleri belli değil” filan demeğe başladılar. Ne var ki, Gandhi’nin meşhur sözünü burada hatırlayalım. “Önce sizi görmezden gelirler, sonra sizinle dalga geçerler, sonra saldırmağa başlarlar, sonra ... kazanırsınız” diyor Gandhi. Bu da bence böyle olacak, çok büyük bir değişim oluyor, yani Amerika’da bunca yıldan sonra en muazzam bir değişim var ve dünyanın dört bir tarafında da yaygınlaşıyor. Bütün o büyük medya kuruluşlarının editör masalarında, şurasında burasında çalışanlar tamamen %1’in adamları olarak çalışıyorlar, meseleye de öyle, o yüzde 1’in gözüyle bakıyorlar, işgal hareketlerine de öyle baktılar... Ama sonunda kaybedecekler. Büyük değişim burada işte.

 

ÖM: Umut için hâlâ çok sebep var diyorsunuz yani?

 

AG: Evet umut için hakikaten çok fazla sebep var. Bu işgal hareketlerine bakarsanız veya Doğu Timor’da, Haiti’de sokaktaki insanlarla konuşursanız bunu görürsünüz. Bu insanlar bir senaryodan okumuyorlar, bir senaryodan okur gibi konuşmuyorlar ama bir arada yaşayarak, bir arada çalışarak, birşeyler yapmağa çalışarak bir yerlere gelebileceklerini düşünüyorlar. Umut verici olan da bu. Yani, “birlikte çalışır, kolkola, omuz omuza mücadele verirsek başarırız” diye bakıyorlar meseleseye, bunu böyle görüyorlar ve biliyorlar... Doğrusu, bu da çok umut verici birşey.

 

ÖM: Peki Durban’da burada salonun içinde bir işgal hareketi, taraflar konferansında bir işgal hareketi bekleyebilir miyiz?

 

AG: COP (Taraflar Konferansı / Conference of Parties) Conference of Polluters (Kirleticiler Konferansı) oldu diyenler de var burada koridorlarda. Bilmiyorum öyle bir işgal bekleyebilir miyiz. Konferansın ilk haftasının sonunda 20 bin kişi burada toplandı ve yürüdü. Burada olanlar aslında dünya mücadelesinin tam bir mikrokozmosu sayılabilir. Biz burada canavarın midesindeyiz.*** Burada müzakere edenler büyük ölçüde %1 içindeki insanlar; %99’un büyük çoğunluğu ise dışarıda. Şu anda konuştuğumuz yer Albert Luthuli konferans merkezi. Luthuli, African National Congress (ANC) partisinin ilk başkanı ve Afrika’dan Nobel barış ödülünü alan ilk kişi. Yardımcısı da Mandela idi.

 

Bu iklim zirvesine binlerce insan otobüslerle, gemilerle, uçaklarla ve başka çeşitli araçlarla geldi. Sivil toplum da geldi buraya konferansı izlemek ve etki yaratabilmek için. Umut verici olan da bu. Çünkü bugüne kadar gördüğümüz küreselleşme, şirketlerin küreselleşmesiydi büyük ölçüde. Ama bugün artık böyle değil. Burada son derece umut verici bir yatay küreselleşme şekli var. Burada açıkça ortada olan da o. Yani lobiciler böyle salondan salona koridordan koridora yürüyüp duruyorlar, bir takım para kazandıracak yollarının, dalevaraların peşinde koşuyorlar, formüller filan üretip duruyorlar. Ama sivil toplumu oluşturanlar da gayet yoğun bir şekilde birbiriyle konuşacak hale geldi. Daha önceleri hep küresel ve steril ortamlarda gerçekleştirilen bu gibi konferanslara dahi önemli ölçüde etki edebiliyorlar. Şirketlerin yaptığı globalizasyon yerine sivil toplumun kendi küreselleşmesi var artık. Yatay küreselleşme. Burada internet fevkalade önemli. İyi kullanım halinde ileride de çok önemli bir rolü olacak. İnterneti özgür tutmanın önemi çok büyük. Özgür bir internete müthiş ihtiyacımız var. Bugünlerde küresel olarak internete getirilmek istenen sınırlamalar, özellikle Amerika’da büyük bir hamle var interneti paralı bir otoyol (highway) haline getirmek için. Şirketler interneti kamu parasıyla geliştirip sonra da özelleştirmeğe bayılırlar ama karşılarında interneti açık ve özgür tutmak için Amerika’da ve başka birçok yerde gelişen muazzam bir hareket var. Asıl umut da işte burada: Dünyanın dört bir yanından buraya gelip bu yatay konuşmaları yapan, diyalogu gerçekleştiren, mücadeleyi veren insanlarda!

 

ÖM: Amy Goodman, çok teşekkür ederiz.

 

AG: Ben teşekkür ederim Ömer, Açık Radyo’da konuşmak benim için büyük bir keyifti.

 

* Democracy Now!, “Savaş ve Barış Haberleri” 19 Aralık 2011 Pazartesi gününden itibaren hafta içi her sabah saat 06:00 - 07:00 arasında orijinal İngilizce haliyle Açık Radyo’da yayınlanıyor.

** Amy Goodman’ın NYTimes listelerinde en çok satılan kitaplar arasında yer alan kitabı da Breaking the Sound Barrier [Ses Duvarını Yıkmak] adını taşıyor.

*** Goodman, BM İklim Değişikliği görüşmelerinin yapıldığı konferans salonunu böyle tanımlıyor.